Ölüm fikri, hazır olmakla, daha doğrusu “hazır olmamak” ile çağrışır aklımızda hep. Ölmeye hazır olunur mu? Nasıl bir ruh hali olabilir ki ölüme hazır olmak? Hazır olmak bir süreç midir peki? Ne yapılır bu süreçte, nasıl hazırlanılır?
Sanırım her şey bu hazır olma durumu ile ilgili. Asla hazır olamıyoruz. Hazır olamadıklarımızdan, yetişemediklerimizden, vakit veya para ayıramadıklarımızdan, yeterli ilgiyi gösteremeyip vicdan azabı yarattıklarımızdan korkuyoruz. Küçük veya büyük sandığımız, önemli veya önemsiz sandığımız her şeyi erteliyoruz hayatımızda. Dolayısıyla, yığınla, henüz yapılmadık işlerimiz, gidilmedik yerlerimiz, görülmedik insanlarımız, verilmedik kararlarımız dolduruyor hayatımızı.
Öncelikle şunu fark etmek lazım, başka bir zamana erteleyecek kadar önemsiz veya küçük bir şey yok hayatımızda. Ne oluyorsa, aklımızı ne çeliyorsa, önümüze ne çıkıyorsa, her biri hayatımızın gidişatını değiştirecek önemde ve evreni değiştirecek büyüklükte. Çünkü sonsuz bir döngünün parçasıyız. Çünkü ertelediğimiz her şey evrende yolunu kaybetmiş parçacıklar gibi oraya buraya savrularak katılıyorlar bu döngüye. Ve çünkü bu koca evrende dönüp dolaşıp bir daha karşımıza çıkarlar mı, meçhul..
Demek ki yaşanmışlar değil de henüz yaşanmamış olanlar korkutuyor bizi, ölümün ta kendisi gibi. Yaşanmışa çare yok, bir şekilde üstesinden geliyoruz zevkle veya kederle. Ancak başımıza ne geleceğini bilmediğimiz gelecek korkutuyor bizi. O gelecekte gidilmemiş ülkeler, sarılınmamış sevdikler, söylenmemiş ne sözler ve hatta intikamı alınmamış öfkeler var çünkü. Ya yapamadan ölüverirsek? Bunun için inanmak istiyoruz bizden büyük, herkesten ve her şeyden büyük, akıl almayacak kadar büyük varlıklara, düşüncelere ve gizemlere.. Ve alıştırmak istiyoruz kendimizi ölümle birlikte her şeyin bitmediğine, yeniden, yeni baştan başladığına..
Üstesinden gelemediğimiz korkular bir süre sonra bir boş vermişlik salıyor zihnimize. Nasıl olsa daha vakit var diye, nasıl olsa hep başkalarının başına gelir diye, nasıl olsa yarın, sonraki haftaya, gelecek seneye diye diye biriktirdiğimiz duygu çöplükleri sarıveriyor içimizi, evimizi, kendi küçük evrenimizi..
Boş vermişlik zamanla alışkanlık haline geliyor ve fark etme algımız ortadan kalkıyor. Bu boşluğa çevremizdekileri de dahil ediyoruz, arkadaşlar, aileler derken şehirler bilinçsiz, farkındalıksız, boş beyinli ve boş bakışlı insan yığınlarıyla dolup taşıyor.
Bir süre sonra bu boşluk kadercilik halini alıyor ve her şeye razı olan bilinçsiz başımız bu sefer başına gelenlere aşırı tepkiler vermeye başlıyor. Beden enerjisi tükenmiş, zihni saçmalıklarla dolu, dengeden uzak ruhlar oluveriyoruz.
Ve ne olup bittiğini anlamadan bedenimizi öldürüyoruz..
Ölmeyelim mi?
Yapacak bir şey yok, ölünecek..
Ama önce yaşanacak!
Aklımızın almayacağı kadar çok şey var yapacak ve yaşanacak. Bir yerinden başlayıverin, ertelemeyin..
Ve doğaya yakın durun çünkü sonunda onun bir parçası olacağız.
–
Namaste..