Özlenilesi Zamanlar


    Çocukluğumun büyük bir kısmı, yaz tatillerinde gelinen anneanne – dede ziyaretleriyle ve bir dönem de onlarla birlikte yaşayarak geçti bu şehirde. Yazları bağa göçülür burada. Hemen hemen herkesin şehri çevreleyen 3 tepeden birinde bir bağ evi vardır mutlaka. Her yıl, biraz kalabalıkça olan annemin yakın akrabaları da, teyzeler, enişteler, kuzenler, amcalar, anneannemlerin bağ evine gelirlerdi ve şehir evindeki kadar düzenli ama daha kalabalık bir komün hayatı yaşanırdı.


    Eski taş evin önünde kurulan en az 10 kişilik masalarda yenen yemekler, akşamüstleri evin avlusundaki büyük sedirlerde konu komşuyla yapılan sohbetler, geceleri çevre evlerin çocuklarıyla damda bir araya gelip büyüklerden dinlenen korku hikayeleri, cibinlik içinde yün yataklarda, yün yastık ve yorganlarda uykuya yatmalar, şehire alışverişe gidenlerden biri döndüğünde çantasından benim için çıkardığı herhangi bir sürpriz, dedemin beni motorsikletinin terkine oturtup gezdirmesi,


    Ama o dönemlere ait, hatırımda en çok kalan damağımdaki tatlardır..


    Üzerine sarımsak ve kırmızı biber sürüp bahçedeki taze domates ve biberle yediğimiz sac ocağın üstünden yeni alınmış bazlama.. Ama o bazlamayı illa bahçedeki asırlık cevizin dallarından birine çıkıp yemek.. Sonra bir daha hiçbir yerde o kadar lezzetlisini görmediğim, anneannemin tandır ve su böreği.. Diğer yemekler bir yana bu böreklerin pişmesini beklemek tam bir sabır işidir. Yavaş yavaş çevrile çevrile ateşin üzerinde pişen böreğin tereyağı veya tahin kokusunu duyarım hala.


    Evin arka tarafında, ceviz ağacının altında yakılırdı taş ocak. Ateşin yanması için bolca konulan kuru ot çöp en büyük eğlencemiz olurdu akşamları. Ucu hemen yanan uzunca bir çöpü alır, havada daireler çizerken oluşan kırmızı koru izlerdik büyülenerek. Tüp kullanılır mıydı, içeride, eski adıyla tokana denen mutfakta modern bir ocak var mıydı hatırlamıyorum, hatırladığım, tüm yemekler bu yerde yakılan ateşin üzerinde pişerdi.


    Eğer şebit pişirilecekse değmeyin keyfimize.. Tam bir maceradır bu süreç. Ocağın hemen yanında yere kurulmuş tahta sofranın üzerinde açılır hamur. Anneannemin ve Tombiş’in (rahmetli, anneannemin annesi) her hamur bezesini aynı hızla ve şaşılacak derecede eşit ve düzgün daireler biçiminde açmalarıyla başlar. Sonra sacın üzerine oklavanın yardımıyla konulan şebitin üzerinde birkaç saniye içinde hava kabarcıkları ortaya çıkar ve bir anda pof diye kabarır, hemen arkası çevrilir. Pişenler bir tepsiye alınır. Bu arada eğer uslu bir çocuksanız sizin elinize de bir hamur parçası tutuşturulur, toprağa taşa küle bulanmış kirli ellerinizle o hamur parçasıyla oynayıp oynayıp bir şekil yaparark kendi hamurunuzu pişirmenize izin verilirdi.


    Unun ateşle yoğunlaşan kokusundan başı dönen çocuklara pişen şebitlerden hemen birer adet verilir, eliniz yana yana, üfleye üfleye yersiniz kuru şebiti. Bu arada kıymalı yağlama safhasına geçmeden önce yine çoluk çocuk için az bir miktar şebit sana yağı ile yağlanır ve sarımsaklı yoğurda batırılarak ateşin başında mideye indirilir. Sade yağ ile yağlanacak şebitler kıymalı sos ile yağlanacaklardan daha kalın açılırdı sanırım. Sofra kurulup, karpuz kesilip, kolalar açıldığında ise masaya getirilen kıymalı yağlamayla, elinizle kolunuzla mücadele eder, tabağınızı bitirdiğinizde ise zafer kazanmış bir kumandan edasıyla hemen soğuk karpuza saldırırsınız. Kıymalı yağlamayı yedikten sonra ağzımda kalan tat hala damağımdadır. 




    Bu satırları yazarken düşündüm de, iyi bir çocukluk geçirmediğimi zannederdim.. Hatırlayamadığım, belki de hatırlamak istemediğim için bilinçaltıma attığım bir çok şeyin yanında bu anıların beni bu kadar mutlu etmesine şaşırdım. Ve kendi hakkımda yanılmamışım, daha yazacak çooook satırlarım varmış!

1 yorum: